İnstagram: @egzersizce_
Harika bir bahar havası esmeye başladı, hepimize önce sağlık sonra da bol sevgi serpsin bu güzel enerjiler. Geçen yazımda sizi bir başka boyuttan bakmaya ve bedenimizde olan olayları anlamanın eşiğine davet etmiştim. Haydi artık bir adım atalım.
Bedenimiz bizim bu hayatı yaşamak için kullandığımız çok fonksiyonlu bir enstrümandır. Bedenimizi oluşturan trilyonlarca hücre sürekli olarak kendi fonksiyonlarını işletirlerken, biz de algıladığımız hayatı yaşamaya devam edebiliyoruz. Bu hayatta kalma makinası bize gece gündüz, hiç durmadan hizmet ediyor. Biz çoğu zaman bedenimizin neye ihtiyacı olduğunu, ne durumda olduğunu düşünmeden hareket ederiz. İşin aslı, hayatımızı aslında algılarımız yönetir.
Algılarımız, bedenimizi genelde pek önemsemez. Ama geçen yazımda anlatmıştım, duygularımızın bedenimizde işleyişi değiştirme gücü vardır. Algılarımız, nasıl hissettiğimiz ve ne düşündüğümüz bedenimizi etkiler, değiştirir. Son 20-30 yıldır nörobilimciler bu konuda çok büyük buluşlara imza attılar ve biz de bedenimizin sadece komutları uygulayan robotvari bir makine olması algısından uzaklaştık. Duygu ve düşüncelerimizin bedenimizi nasıl etkilediğini ve işleyişi nasıl değiştirdiğini tarif ettiklerinde ben de ‘Yok artık!’ diyenlerdenim. Dilim döndüğünce sizlere de anlatayım isterim.
Siz de duymuşsunuzdur, son zamanlarda herkesin ağzında;
‘KENDİNİ SEV; KENDİNLE YAKINLAŞ..’
Açıkçası ilk duyduğumda ben de pek bir anlam çıkartamamıştım. Anlamaya çalıştıkça ve bilimsel araştırmalarla örtüştüğünü fark ettikçe bu konuda yol almaya başladım.
Efendim, aslında beynimiz hayatımızın patronu. Düşünceler, duygular, bin tane duyusal ve sinirsel işlem, komut sürekli ve hatta uykuda bile beynin içerisinde dönüyor. Mesela bir yemek tattınız, ilk kez. Bu yemekten hoşlanıp hoşlanmayacağınız neye bağlı biliyor musunuz? Ya da bu yemeğe siz bayılırken nasıl oluyor da başkaları kaçarak uzaklaşıyor? Nedir bu bizleri birbirimizden ayıran şeyler?
Beynimiz, beynimizin düşünceleri, duyuları ve duyguları işleyiş şekli ve bu işlemleri çocukluktan itibaren nasıl öğrendiğimiz ve tecrübelerimiz..
Hepimizi birbirimizden farklı yapan genetik özelliklerimizi bedenimizden nasıl takip ediyoruz?
PARMAK İZİ, DİŞ KALIPLARI, İRİS YAPILANMALARI..
Hani adli tıpta kullanılanlar..
Tabi harika ancak tek öznelliğimiz bedende değil ki! Bizler düşünceler ve duygular bazında da eşsiziz. Birimiz diğerimizle aynı şekilde algılamıyor. Aynı şeyleri görmüyoruz. İkiz kardeşler bile farklı düşünüyor. Farklı işlemler dönüyor sinir sistemlerimizde. Farklı algılıyoruz. Hatta aynı olayı yaşıyor, başka şeyler hatırlıyor, farklı şeyler düşünüyor ve hissediyoruz; neden derseniz:
‘HEPİMİZ HAYATI KENDİ ALGI PERSPEKTİFİMİZDEN YAŞIYORUZ.’
Şöyle bir metafor yapalım, hepimiz farklı bir gözlük takmışız, hayata o gözlükle bakıyoruz. Objektif olmak da aslında bu gözlüğü çıkartıp sadece bakmak. Ancak insan beyni işleyişsel ve gelişimsel anlamda buna pek uygun değil. Tamamen objektif olabilmek için beynimizi eğitmemiz gerekiyor – ki bence bu durumda dahi %100 objektivite mümkün değil.
Neden anlattım bunca sinirbilim ve davranış bilimi temelli bilgiyi derseniz, bakın bu beyin hem duygu ve düşüncelerimizi, hem de bedenimizi yönetiyor aynı anda, aynı yerden. İşte bedenlerimizde aynı doku sorunlarını yaşasak da verdiğimiz farklı semptomlar ve farklı tepkiler de hep bu yüzden.
Birinin menisküsü yırtılmış, haberi bile yok. Ama bir diğeri menisküsü sağlamken diz ağrısı çekiyor, TAMAMEN MÜMKÜN.
Birinin midesinde ileri ülser var, ama alkolü bırakmıyor ve ağrısı olmadığını söylüyor. Diğeri kahve içse dokunuyor ama midesinde bir sorun bulunamıyor, ELBETTE MÜMKÜN.
Biri ayak bileğini burkup spor yapmaya devam ediyor, diğeri kaslarım biraz gergin ağrım olur diye dinlenmeyi seçiyor. ABARTMIYOR, MÜMKÜN!
Hayatı farklı algılayan, farklı tecrübelerden geçmiş kişileriz. Duygu ve düşüncelerimiz farklı, genetik özelliklerimiz farklı. Zevklerimiz, duyumsamalarımız, öğretilerimiz, kültürümüz ve her bir detayı nasıl algıladığımız birbirimizden tamamen farklı.
AYNI SEMPTOMLARI HİSSEDEMEYİZ!
Aynı şiddette ağrımız olmaz. Bedenimiz aynı durumlara aynı tepkileri veremez. Hepimiz eşsiz canlılarız. Ve bizi makine gibi algılayan, öznelliğimize saygı duymayan sistemleştirme çabalarından yorulduk. Anlaşılmak, en büyük ihtiyacımız ve anlaşıldığımız yerlerde kalmak bize oldukça iyi geliyor.
Ama önce canım kendim, seni anlamak isterim. Çünkü ben seni anlarsam anlatabilirim…
Sevgi ve sağlıkla kalın.
Uzm. Fzt. İlkay KOÇ