İnstagram: @ipekkobaner
Hakkında onlarca efsanevi anlatım var…
Derinkuyu, Zerdüşt’ün anlattığı “Kötücül Kışı” Yaşadı mı?
Göbeklitepe, Karahantepe gibi yerlerin ortaya çıkışından öncesinde yaşanan kış ile aynı mıydı?
Öyleyse bu yapıları hemen yakındaki Kapadokya yeraltı şehirlerinde yaşayan insanlar mı gelip yapmıştı?
Zerdüşt tanrısı Ahura Mazda peygamberi Yima’ya bir yeraltı şehri inşa etmesini söylemiş miydi?
Hatta bununla yetinmeyip nasıl yapılacağını anlatmış mıydı?
Adetabüyük tufanından nasıl kurtulacağını Utnapiştim’e öğreten Sümerli Tanrı Enki gibi, yanına neler alacağını bildirmiş miydi?
Ve bu şehir neresiydi?
Haydi şimdi bu konuyu inceleyip soruların cevaplarını bulmaya çalışalım…
Kapadokya’da peri bacaları yerin üstünde başka bir alemin izlerini taşırken, bu sefer de aynı yerin altında bulunan Derinkuyu bambaşka bir boyutun kapısını açıyordu.
Tıpkı mitolojilerde anlatıldığı gibi yeraltı ve yerüstü dünyası, hayat ağacının kökü ve dalları misali karşımızdaydı Kapadokya’da.
Geleneksel bakışa göre Bronz çağı insanları, yumuşak kayaçları oyarak, bugün sekiz katına ulaştığımız bir şehir kurmuşlardı. Dikine mimariden daha fazla teknik bilgi gerektiren yeraltı inşaatını inanılmaz bir beceriyle binlerce yıl önce yapmışlardı.
Bu yeraltı şehri, 1963 yılında yapılan bir inşaat sırasında görülen bir kapıyla fark edilir. Daha sonra bulunacak sayısız giriş kapısından sadece birisidir aslında bulunan…
Karşılarında devasa bir yeraltı şehri vardır ve görenleri adeta büyüler.
Sadece bizde değil, batı dünyası da bu keşfi büyük bir merakla karşılar. Bölge herkesin ilgi odağı olmaya devam eder. O nedenle döneminin en popüler ismi “Tanrıların Arabaları” kitabının yazarı İsviçreli Erik VonDaniken 1982 yılında Türkiye’ ye gelir, Derinkuyu şehrini gezer ve birçoklarının düşünüp söylemeye çekindiği şeyi bir çırpıda söyleyiverir.
“Bu yeraltı kenti havadan gelen saldırılardan korunmak ve saklanmak için inşa edilmiş olmalı.”
Gerçekten de yukarılardan gelen bir saldırıdan mı kaçmışlardı? Yoksa geleceğini bildikleri bir felaketi mi bekliyorlardı?
Ama burası yapım tekniğiyle de birçok insanı, doğa üstü güçlerin yapmış olabileceği konusunda şüphelendirir.
Derinkuyu’nun keşfiyle, yerin üstünde olması gerekenin, yerin altına taşındığı bir yerleşim planıyla karşılaşıldı öncelikle. Kaldı ki yerin altında böyle devasa bir şehir yapanlar, 1830 yıllarına kadar kendilerine aynı yerin üstünde bir ev, bir yerleşim yeri kurmamışlardı. Tüf olarak bilinen süngertaşını, basit aletlerle rahatlıkla oyarak bir yeraltı yaşam alanı yapmayı uygun görmüşlerdi.
Bölgenin neredeyse tamamını bir örümcek ağı gibi saran yeraltı şehirleri silsilesi de Derinkuyu’dan çok sonra fark edilecekti.
Bölgede otuz altısı tanesi büyük, geri kalanı bir veya iki katlı küçük yerleşimleri sayarsak iki yüz civarında yeraltı şehri bulunmuştu.Bıkmadan usanmadan yerin altındaki kilometrelerce kayacı nakış gibi işlemişlerdi. Volkanik bu kayaçların kolayca oyulabilmesi işlerini kolaylaştırmıştı. Araştırmacılar bu yeraltı yerleşimlerinin de tünellerle birbirine bağlandığı görüşündeydiler. Kaymaklı yeraltı şehrini Derinkuyu’ya bağladığı düşünülen 8 kilometrelik tünel ve benzerleri bu fikri doğrular nitelikteydi.
Derinkuyu Nevşehir’in 30 kilometre uzağındaydı. Kat kat inşa edilmiş ve yirmi bin kişiyi aynı anda barındıracak kadar büyük bir yer olduğu saptanmıştı. Her katın ayrı bir işlevi vardı.Ayrıca Derinkuyu özelinde üç büyük kaçış noktası, özenle gizlenmiş acil durumlar için yüzeye çıkış kapıları da bulunmuştu. Yerin 85 metre kadar altına kadar uzanmış, 14 katlı olduğu tespit edilmiş olsa da günümüzde ancak tünellerle birbirine bağlanan sayısız odacıktan oluşan 8 katına ulaşılmıştı. Daha alt katlara erişim ise sağlanmamıştı…
Girişten itibaren dar bir koridorla 5 metre aşağıda yer alan birinci kata inilir. Bu katta oturma alanları, ortak kullandıkları mutfaklar ve ahırlar bulunur. Sığırların kokusunun ve gazlarının etkisini azaltmak için yüzeye en yakın onları tutuyor olmalıydılar. Hayvanlar onların en önemli yaşam kaynaklarıydı. Günlerini muhtemelen ovada geçirip akşam hep beraber yeraltına dönüyorlardı. Koridorlarda özel oyuklarda bezir yağı yakarak aydınlanıyor, karanlık yeraltında meşale taşımıyorlardı. Dışarıda hava nasıl olursa olsun volkanik kayaçlar ısıyı 20 derecelerde tutuyordu. Bu önemli bir avantaj olmalıydı. Bir alt katta ise küçük odalar ve erzak depolarıyla karşılaşılıyordu. Katlarda bulunan amforalar üzümlerin işlendiği şıra haneleri gösteriyor olmalıydı. Alt katlara inildikçe misyoner okulu, havalandırma boşlukları, su kanalları, zindanlar, gıda depoları, şapel ve geniş alanlar bulunuyordu.
Derinkuyu’da yaşayanlar en önemli hayati ihtiyaçları olan içme suyunu elli ve altmış metre derinliklerdeki kuyulardan temin etmişlerdi.Suyu bulmuşlardı. Adını da bu sudan almıştı. Derinkuyu.
Peki ya temiz hava, onu nasıl sağlamışlardı?
Tabi ki böyle bir yeraltı şehrinde en büyük ihtiyaç temiz hava olmalıydı. Havalandırma için yaptıkları şaftların sayısı elli civarındaydı. Şaft hattı boyunca çift taraflı havalandırma sağlamışlardı. Günümüzün mühendisleri de böyle bir yeraltı şehri için bu kadar şaft gerektiği konusunda, buranın ilk mühendisleriyle aynı fikirdeydiler. Bu teknik hesaplamayı yapabiliyor olmaları ise günümüz mühendisleri için şaşırtıcıydı.
İçerdeki tünelleri tek yönlü disklerle dışarıya kapamışlar, aralıklarla bu koruyucu diskleri yinelemişlerdi. İçerden kapatılıyor, dışardan açılamıyordu. Bazılarında ise ok atma açıklıkları yapmışlardı.
Ama ciddi bir saldırıda şehri savunabilmek için bu kadarı yeterli olur muydu? Hayır bu mümkün değildi. Çünkü yapıldıkları kayaç çok kolay bir şekilde oyulabildiği gibi aynı kolaylıkla yıkılabilirdi de… Belki sadece istenmeyen bazı ziyaretçilerden korunma amaçlı yapılmışlardı.
Yedinci kata geldiğimizde, burada bir nekropol alanı yani mezarlık bulunuyordu. Bu yeraltı şehri aynı zamanda ölüleri de barındırıyor, yeraltı asıl görevine dönerek mitolojideki ölüler dünyasını yansıtıyordu. Ama Derinkuyu’da işler tersine dönmüş, ölüler dünyası yaşayanlara ev sahipliği yapıyordu.
Şimdi asıl soru bu insanlar kimden ya da neden saklanıyorlardı?
Bazıları volkan patlamaları nedeniyle bu sistemi kurduklarını söylese de lavlardan ve zehirli gazlardan bu şekilde kaçmak mümkün değildir. Keza antik dönemlerde yaşanan salgın hastalıklardan bu yolla kurtulamazlar. İç içe bu kadar sıkışık yaşam her türlü hastalığın daha çabuk yayılmasını sağlar.
İnsanlar neden böyle yerin altında karanlıkta yaşamak istesinler?
Bu vadinin üstünde herhangi bir şehir yoktu. İçeriye 5 metrelik dar bir koridorla giriliyordu. İçeri girebilenler ise yaşam şansını elde etmişlerdi.
Bu şehri kullananlar, aynı zamandaçok iyi saklamışlardı, yapıldıktan ancak 4 bin yıl sonra bulunabildi. Giriş tünelleri tek yönlü disklerle kapatmışlardı. Diskler sadece içerden kapatılabiliyordu. Yeraltı şehrinin üç büyük kaçış noktası vardı. İnşaatında döneminin çok ötesinde diyebileceğimiz bir mühendisliğin kullanılmış olması, insanların burayı doğa üstü güçlere bağlamasına neden olmuştu.
Bu şehri Bronz çağı toplumunun inşa ettiği düşünülür. Ancak bu bir varsayımdan öteye gitmez, tam zamanı ve kimlerin yaptığı bilinmez. Bölgenin en büyük ve en eski yeraltı şehridir.
Kapadokya’nın merkezi Nevşehir’dir. Ve yerin altında 30 dan fazla şehir vardır ve birbirleriyle, bir metre kadar yükseklikte ve birbirine bağlı tüneller ile bağlanmış haldedir. Her yerde taşlar özenle oyulmuştur.
Yüzeyde 7 kilometreyi kapsayan bu alan yerin altında en aşağı 13 kat olarak inşa edilmiştir. Günümüzde ancak 55 metreye kadarlık 8 katı bilinir. Daha aşağısı ile ilgili bir fikrimiz bulunmaz. Diğer katlarda ne vardır, neler bulunmuştur bilinmez. Buralara giriş izni de yoktur, bütün bu gizemler insanın merakını daha da artırmaktadır.
Alanın toplam büyülüğününise 4500 metre kare olduğu düşünülür. Ayrıca yapımı bin yıldan daha fazla sürmüş, öyle bir anda da yapılmamıştır. Belki de her büyümesi her derinleşmesi farklı şartlardan olmuştur.İnsanların hafızalarında kalan ve efsanelerinde geçen dondurucu soğuktan veya işgalciler yüzünden veyabambaşkanedenlerden dolayı yapmış olabilirler…
Frigler mi, Hattiler mi, yoksa daha öncesi döneme mi aitti?
Bu söyleme göre en az 4 000 yıl önceye uzanan bir geçmişi var. Kimileri başlangıçta Hristiyanların saklanmak için yaptıklarını söylüyor, kimisi Arap akınlarından kaçanların. Doğrudur o dönemlerde de kullanılmış olmalıdır.
Ama halen kim ne için yaptı sorularının cevabının peşindeyiz.
Bu arada Mitra inancının devamındaki Zerdüştlük inancının 6. Yüzyıldan önce buralarda hayat bulduğunu biliyoruz. Kapadokya bölgesi de bu eski inanç sistemin içindeydi. Zerdüşt kutsal kitabı ZendAvesta da tanrı Ahura Mazda’nın insanlığı dünya çapında bir felaketten kurtardığı yazar.Büyük peygamber Yima’ya, bir gün nehir kenarında otururken, Tanrı Ahura Mazda tarafından Derinkuyu’ ya benzer bir yeraltı sığınağının nasıl inşa edileceği öğretilir. Yima selden değil yaklaşan buzul çağından korunmak için seçilmiş bir grup insan ve hayvanı barındırma amacıyla bir yeraltı şehri kurar. Burada bahsedilen, yaşanacak olan ölümcül kötü kışlardır.
Bu anlatılan olayın burada yaşanmış olabileceğini düşünenler var. Onlara göre bu yeraltı şehri gençdryasınsoğuklarından kaçmak için kurulmuş olabilir. O zamanda bu yeraltı şehri çok daha eski zamanlarda yapılmış olmalıydı. Nerdeyse biraz ilerisindeki Göbeklitepe’den bile önce…
Her iki olayda bölge mitolojilerinden çıkarak bugünlere ulaşır.
Gerçek olaylar zamanla insanın hafızasında kalmak için mitlere dönüşür ama unutmamalı ki her mitoloji başlangıçta gerçek bir olaydan kaynaklanır. Bütün bu söylemlerde de bir gerçeklik payı olduğunu düşünerek altı da üstü de bir masal olan bu bölge, daha çok şey anlatacaktır.