Tatil yapmak herkesin hakkı. Tüm yıl çalışıp, kısa süre de olsa ailecek nefes almak istiyorsunuz. Ülkemizde yaşananları masaya yatırmak ve ülkemizin gerçek stratejilerini anlamak durumundayız. Birincisi, ülkemiz cennet; her yeri geziyorum, yine de ülkemize dönüp İstanbul ve kentlerimizde yaşamaya devam ediyorum. Trafik de olsa, kalabalık da olsa yine de vatanım diyorum.
Şimdi gelelim ülkemizde tatil kavramının geldiği noktaya… Eğer İzmir vb. tatil bölgelerinde yaşamıyorsanız ve ananızın babanızın yazlığı yoksa 12 ay çalışıp 1 hafta tatil yapacaksınız. Eğer Avrupa’da çalışıyorsanız 12 ay çalışıp 2 hafta vatanınızda tatil yapacaksınız. Genel durum öncesi tatil kelimesinin anlamını açalım:
Tatil tanımı: çalışma yaşamında, yasa gereğince çalışmaya ara verilen süre.
İnsanlar neden tatil yapar?
Uzun süreli stres, kişiyi hem bedenen hem de ruhen yorar. Tatil ise sıkıntı ve stresten uzaklaşmak için muhteşem bir fırsattır. Tatil, adeta yeniden doğuştur. Olaylara, kişilere ve hayata farklı bir açıdan bakarsınız.
Şimdi bu evrensel insanlık hakları ötesi bakış açınızı ve etrafınızdaki ilişkileri daha sağlıklı yönetmek adına tatil önem arz etmektedir. Ülkemizde tatil yapmak için ana ihtiyaçlarınızı sayayım: Havayolu, seyahat acentesi, restoranlar, transfer şirketleri, rehber, gezilecek mekanlar ve bunları denetleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı. Bizde bu argümanların hepsinin kralı var. Ama komik olan, hepsi birbiriyle gerginlik yaşıyor. Olan müşteriye oluyor.
Havayolları: Zaten baktığınızda THY ve Pegasus’a mahkum durumdasınız. Diğerlerini saymıyorum bile. İstanbul’da Anadolu yakasında oturanlar Sabiha Gökçen garajından rötar yapmadan Pegasusa binip ikram olmadan tatile zamanında gidebiliyorsa çok şanslı. Havalimanı yetmiyor ve bunu yıllardan beri biliyoruz. Vip salon sorunu da devam ediyor. Bereket oradan sorumlu Halil Valimiz çok becerikli ve vizyoner de sorunları kapatabiliyor. Ama burada Low cost havayolu rekabetinden söz edemezsiniz. Nerede Easyjet veya SunExpress gibi havayolları? Hadi oradan gitsenize Avrupa veya Amerika’ya… O havalimanında arabanızı otoparka park etmek bile bir şans haline geldi. Neredeyse havayolları, “arabanızı almadan gelin” diye mesajlar atacak. Dünyada böyle bir saçmalık duymadım.
Neyse, gelelim diğer kurumlara: Seyahat acenteleri; büyük balıklar küçükleri yediğinden beri yaklaşık 15 acente aslında zor durumda. Sağdan say, soldan say, bazı tur operatörleri ve yazılım şirketleri pastayı kapmış, diğerleri kırıntıları paylaşmak durumunda kalmış. TÜRSAB Başkanı elinden geleni yapsa da gelinen tablo şu ki, acenteler üvey evlat durumunda kalmış. Bakalım havayolu bilet fiyatlarına, bakalım booking gibi kurumların otel fiyatlarına; hepsi acenteyi korumak yerine tam tersi ezmeye çalışıyor. Bu konuda elindeki koz kadar hareket edebilirsin. TÜRSAB son dönemde yasa tasarısı kaosu ile uğraşmaktan yeni işbirlikleri üretmekte zorlanıyor. Gastronomi turizmi konusunda komite dönemimde sürekli nitelikli işlere imza atarken, şimdilerde maalesef somut icraat göremiyorum.
Transfer şirketleri; burada elimizde Ortadoğu taşımacılığı haricinde turizm taşımacılığında uzmanlaşmış firmalar olup, işin kalitesini arttırmak için uğraşırlardı. Şimdi bakıyorum herkes fiyata bakıyor diye çoğu şoför sermiş durumda. Otobüsler çok pahalı, içinde çalışan şoförler yaka bağır açık, dil bilmiyor. Kaliteyi arttırmak durumundayız. Şoförler klimayı açmamayı kar biliyor. Arkadaş; Temmuz, Ağustos’ta klimayı açmayacaksan ne zaman açacaksın? Baksan gömlek enseleri kirli ve ter kokulu, çoğunda kravat yok, arabalar pis. Artık sokakta Vito görmekten Mercedes markasından soğudum. Vito var, içindeki şoförlerin kalitesine iyi bir bakın bakalım.
Restoranlar; ülkemizde restoranlar topuzun ayarını kaçırınca çoğu tatil yapmak isteyen Türk Yunan adalarına gitmeye başladı. Şimdi de yok, yüzde 10 indirim yapalım hikayesi başladı. Yunanistan’da da yemek yemek olmuş 25 Euro, sende aynı yemek olmuş 2500 TL. Sen buna köklü çözüm olarak %10 indirim mi buldun? Onu bazı kredi kartları iyi müşterilerine zaten yapıyor, hatta taksit de yapıyor. Daha yaratıcı çözümler için kol kola çalışmak gerekmekte ama bizim ülkede maalesef egolar bitmiyor. Herkes her şeyi çok iyi biliyor, sonra bakıyorsun millet Yunanistan’a gitmek için sıra bekliyor. Bahşiş konusuna hiç girmiyorum.
Gelelim rehber kardeşlerimize; yıllarca güzel paralar kazanan çok dostlarımız oldu. Helal olsun. Rehber, acente, otel, halıcı, derici, kuyumcu; hep bu üçgenler pek çok rehberin hayatını güzel yaşattı. Gelinen noktada çok rehber oldu, kendini farklılaştıramayanlar maalesef az para kazanmaya başladı. Bazı özel örnekler de hep gurur kaynağımız oldu. Bakın Saffet Emre Tonguç, Şerif Yenen, Sedat Bornovalı, Hakan Eğinlioğlu, Suat Tural gibi isimler hep önemlidir. Eskilerden Şadan Gökovalı, Tolon Sökmen gibi isimler hep vizyon katmıştır. Şimdi de değişen zamana ve teknolojiye ayak uydurmak gerekmekte. Bakıyorum, ses sistemi kullanmayan, acente ilişkilerini kuramayan veya yazılım ile strateji geliştirmeyi düşünmeyen, sadece 1 dil biliyorum diye havaya giren rehber var. Sonra iş yok, para kazanamıyorum diyor. Arkadaş, sen neyi farklı kılıyorsun? Ergün Göksan (Ege Tur sahibi) gittiği her etkinlikte (iş demiyorum, etkinlikte) herkese “nazar boncuğu” hediye ediyordu. Sen insanların aklında kalmak için ne yapıyorsun?
Bizde herkeste ego had safhada, adam sadece Galatasaray mezunu diye ve aynı okuldan mezun olan acenteci arkadaşları sebebiyle yıllarca iş alan rehberler ordusu oldu bu ülkede. Anadolu’dan geldiysen şansın var mı? Bir de Fransızca rehberlerinde ayrıca bir böbürlenme had safhada, sanki Fransa ona kaldı.
Neyse gelelim turizmin diğer ayağı; gezilecek mekanlar: Dünya aslında bizi anlamaya çalışıyor. Dünya bizi gezmeye geliyor. Bakalım Efes harabelerine Papa geldi. Daha ne olsun? Devam edelim; Göbeklitepe 12 bin yıllık tarih ile Dünya’da tarihi değiştirdik. İlk popülerite ile hep birlikte ülkecek sahiplendik gibi oldu, kazılara Doğuş sponsor oldu diye NTV’de sürekli reklamlar devam etti. Şimdi o rüzgar bitti. Ben artık maalesef eski havayı hissetmiyorum. Yeterince tanıtıyor muyuz, hiç sanmıyorum. Göbeklitepe, Efes gibi lokasyonlar İtalyanlarda olsa nasıl tanıtırlardı düşünemiyorum. Yamuk “pizza” kulesinde ne var diye saatlerce bekleyip hayal kırıklığına uğradığım zamanları unutmuyorum. Bizim elimizde Bergama vardı ne oldu? Almanlar kaçırdı, elimizde Afrodisias vardı ne oldu? Ben fazla konuşmayayım, bakanlık bazı eserleri getirmek için son dönemde çaba içinde olsa da yetmez. Gidenler ile gelenleri masaya yatıralım. Sadece Bergama başlı başına bir üzüntü vesilesi.
Bunları denetleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı burada yazmayacağım, sadece TGA’dan haberiniz vardır diye düşünüyorum. Yoksa TGA ve raporlarını inceleyin, bu konuyu apayrı bir yazımda gündeme getireceğim.
Bu haftalık benden bu kadar, kalın sağlıcakla.