Frank Sinatra ve Zeki Müren Dönemi Restoranlarında Yemek Kültürü
Şıklık, Şarap ve Sinatra: Bir Zamanların Restoran Masaları
Frank Sinatra’nın sesi arka planda hafifçe çalıyor… Loş ışıklı bir restoranda, beyaz masa örtüsü üstünde kristal kadehler, mum ışığında parlıyor. Garson kravatlı, menü deri kaplı. O yıllarda dışarıda yemek yemek yalnızca bir ihtiyaç değil, bir törendi. Bu törende de çoğu zaman Sinatra başroldeydi.
1940’lardan 60’lara uzanan dönem, Amerika’da restoran kültürünün altın çağıydı. Özellikle büyük şehirlerde ve Las Vegas gibi eğlencenin kalbi olan bölgelerde yemek, gecce hayatının merkezindeydi. İnsanlar bir yerlere “yemek yemeye gitmekten” çok, bir deneyim yaşamaya giderdi. Ve o deneyim, Frank Sinatra’nın cazla süslenmiş sesiyle başlardı.
Restoranlar Bir Sahneydi, Müşteriler Birer Oyuncu
Şık giyinmek mecburiydi. Erkekler smokin giyer, kadınlar saçlarını kabartıp elmas küpelerini takardı. Masa başında oturmak bile bir duruş meselesiydi. Siparişler öyle fast food hızında değil, keyifle, sohbetle verilir; önce kokteyllerle başlanır, ardından dört beş tabaklık klasik bir akşam yemeği gelir ve sonunda mutlaka bir espresso ya da puroyla kapanış yapılırdı.
İtalyan restoranları o dönemde ayrı bir efsaneydi. Sinatra’nın da sık sık gittiği New York’taki Patsy’s gibi mekanlarda fırından yeni çıkmış lazanya, ev yapımı köfte ve bol parmesanlı spagetti servis edilirdi. Aynı zamanda bu restoranlar, ünlülerin arka masalarda gece yarısı özel menülerle ağırlandığı gizli sahnelerdi.
Las Vegas: Yemeğin de Gösteriye Dönüştüğü Yer
Las Vegas, Sinatra dönemi restoran kültürünün belki de zirve noktasıydı. Casino’ların alt katlarında yer alan restoranlar, menüleriyle değil, atmosferleriyle konuşulurdu. Örneğin The Sands Hotel’de akşam yemeği, canlı müzik eşliğinde servis edilir, menüde dana Wellington, jumbo karides kokteyli ve klasik dry martini eksik olmazdı. Sinatra sahnedeyse, herkesin tabağı biraz daha lezzetli olurdu sanki.
Yemek de Şarkı Gibi: Ritmi, Akışı, Finali Olan Bir Deneyim
O dönemin yemek kültüründe zaman en önemli malzemeydi. Kimse acele etmezdi. Önce başlangıçlar: karides kokteyli, Fransız usulü soğan çorbası… Ana yemek: biftek Diane, ıstakoz thermidor ya da klasik bir fettucine Alfredo… Ve finalde belki bir New York cheesecake ya da tiramisu. Sinatra’nın sesindeki duyguyla aynı: baştan çıkarıcı, yavaş, ama derin.
Günümüzle Kıyas
Bugün restoranlar daha hızlı, daha rahat, ama o dönemki “romantizm” başka bir şeydi. O dönemin yemekleri kadar, yemek yeme biçimi de bir sanattı. Sadece ne yendiği değil, nasıl yendiği önemliydi. Ve bir şekilde, Frank Sinatra’nın sesi hep o masalarda vardı.
İkonik Restoranları ve Menüleri
Amerika’da İkonik Restoranlar
1. Patsy’s Italian Restaurant (New York)
• Sinatra’nın New York’taki favori restoranıydı. Aile dostu, geleneksel İtalyan mutfağı sunuyordu.
• Menü Örnekleri:
• Başlangıç: Caprese salatası, minestrone çorbası
• Ana Yemek: Fettuccine Alfredo, Chicken Parmigiana
• Tatlı: Cannoli, tiramisu
• İçecek: Kırmızı şarap, martini
2. The Sands Hotel & Casino (Las Vegas)
• Sinatra ve Rat Pack’in sahne aldığı efsane mekân. Yemek & şov konseptiyle dönemin zirvesindeydi.
• Menü Örnekleri:
• Başlangıç: Karides kokteyli, istiridye tabağı
• Ana Yemek: Fileto mignon, Istakoz Thermidor
• Tatlı: New York cheesecake
• İçecek: Dry martini, scotch viski
3. 21 Club (New York)
• Hollywood yıldızları ve siyasetçilerin buluşma noktasıydı.
• Menü Örnekleri:
• Başlangıç: Fransız soğan çorbası
• Ana Yemek: Dana Wellington, kuzu pirzola
• Tatlı: Elmalı turta, çikolatalı sufle
• İçecek: Manhattan kokteyli,
Aynı Dönemde Türkiye’de İkonik Mekânlar
1. Maksim Gazinosu (İstanbul – Taksim)
• Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy gibi dev isimlerin sahne aldığı, İstanbul gece hayatının kalbi.
• Menü Örnekleri:
• Başlangıç: Rus salatası, haydari, köz patlıcan
• Ana Yemek: Kuzu tandır, pilav üstü ciğer, Hünkar Beğendi
• Tatlı: Fırın sütlaç, revani
2. Kervansaray (Harbiye, İstanbul)
• Türk müziği ile oryantal dansların buluştuğu, turistik ve elit bir gazino.
• Menü Örnekleri:
• Başlangıç: Ezme, lakerda, kalamar tava
• Ana Yemek: Izgara köfte, kuzu şiş
• Tatlı: Ayva tatlısı, kaymaklı ekmek kadayıfı
3. Kristal Gazinosu (Ankara)
• Ankara elitinin uğrak noktasıydı. Sanat müziği ile zengin sofraların buluşma adresi.
• Menü Örnekleri:
• Başlangıç: Paçanga böreği, Arnavut ciğeri
• Ana Yemek: Fırın tavuk, patates püresi
• Tatlı: Ankara usulü höşmerim
Taş Plak Eşliğinde Bir Tabak Nostalji
Bir dükkânın camında buğular… İçeriden gelen hafif bir Neşe Karaböcek sesi… Garsonun tepsisinde buharı tüten kuru fasulye ve az pilav. Lokantanın duvarında Atatürk portresi, radyoda “Hicaz Sirto” çalıyor. Yıl 1974 belki, belki 1978. Türkiye, lokanta kültürünün gerçek ruhunu yaşıyor. Sofralar mütevazı ama sıcakkanlı, menüler kısa ama doyurucu, insanlar telaşlı ama birbirine selamı eksik etmeyen cinsten.
O yıllarda lokantaya gitmek, sadece karın doyurmak değil; bir soluklanma, bir yarenlik, bir “insan içine karışma” haliydi. Kentin ritmiyle taş plakların nağmesi arasında kurulan bu zarif denge, bugün hâlâ burnumuzda tütüyor.
Mekânlar: Şehirlerin Kalbinde Buhar Tutan Camlar
70’li yıllarda Türkiye’nin her şehrinde mutlaka en az bir “esnaf lokantası” olurdu. Adana’da Taşköprü’nün gölgesinde, Ankara’da Ulus’tan Sıhhiye’ye uzanan sokaklarda, İstanbul’da Cağaloğlu’ndan Karaköy’e kadar uzanan hat üstünde… Bu lokantalar, sabahın erken saatinden akşam ezanına kadar çalışır; esnaf, devlet memuru, taksici, hatta öğrenciler için ikinci bir ev gibiydi.
Yemeklerin çoğu sabah erkenden pişer, vitrinli cam tencerelerde sergilenirdi. Müşteri geldiğinde garson önce “Ne vereyim abime?” derdi; sonra da kendi önerirdi zaten:
“Bugün tandır nefis abi, yanına az pilav yapayım, üstüne de bir irmik helvası… Radyoda da Tanrım Beni Baştan Yarat çalıyor, daha ne olsun?”
Müzik: Taş Plaklar, Teypler ve Radyolar
Dönemin yemek kültüründe müzik de başroldeydi. Hemen her lokantada ya bir taş plak çalar ya da duvarda bir radyo olurdu. Plaklardan Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Muazzez Abacı, Orhan Gencebay dinlenirdi. Arabesk yükselişteydi ama hâlâ içinde bir “musiki zarafeti” vardı.
Bu müzikler, yemekle kurulan ilişkiyi de etkilerdi. Yavaş yemek yenir, sözlere kulak verilir, bazen bir müşteri kendi gençliğinden bir hikâyeye dalar, ardından herkes birlikte gülerdi.
Esnaf Lokantalarında Menüler: Küçük Tabaklarda Büyük Hikâyeler
Dönemin lokanta menüleri zengin değil ama karakter sahibiydi. İşte tipik bir 70’ler lokantası menüsü:
Günün Çorbası: Mercimek ya da işkembe
Ana Yemekler:
• Etli nohut
• Kuru fasulye
• Tas kebabı
• Patlıcan musakka
• Fırında tavuk
• Karnıyarık
Yanına: Pirinç pilavı, cacık, turşu
Tatlılar: İrmik helvası, sütlaç, kabak tatlısı
İçecek: Şıra, açık ayran, gazoz (Fruko, Çamlıca, Uludağ)
Ve unutulmaz final: “Abi bir çay ver de üstüne…”
Çay, bazen sohbetin başlangıcı, bazen vedası olurdu.
Bugünden Bakınca
Bugünün kafe kültüründe göremediğimiz o “yerlilik” ve “samimiyet”, 70’lerin lokantalarında her sandalyeye sinmişti. İnsanlar birbirini tanımasa da “afiyet olsun” derdi. Garsonlar müşterileri ismiyle bilirdi. Ve yemeğin tadı, sadece malzemede değil, o ortamda pişen dostlukta saklıydı.
Taş plakların biraz cızırtılı ama içten sesiyle yenen bir tabak musakkanın tadı… Bugün yeniden pişirilse bile, o dönemin havasını tam olarak yakalamak zor. Ama hâlâ bazı lokantalarda “o ruh” yaşamaya devam ediyor. Gözler kapatılıp bir yudum çay alındığında, geçmişten bir şarkı usulca kulağa fısıldıyor: