gecce-

 

22 Mayıs Dünya Biyoçeşitlilik Günü

Eko-Uyanış Nedir?

 

Neden Müsilaj (Deniz Tükürüğü) Oluşur?

 

Eko-uyanış, çevredeki sorunlarla ilgili küresel farkındalığın, eylemlerin ve katılımın ölçümüdür. İnsanların gezegenimizi rahatsız eden sorunların farkına varması, çözüm üretmenin yalnızca küçük bir parçası olsa da, gelecek nesiller için daha sürdürülebilir bir yarın yaratmanın önemli bir boyutudur! Dünya çapında giderek daha fazla insan doğal dünyanın ciddi bir tehlike altında olduğu gerçeğinin farkına vardıkça, bu insanların kim olduğunu ve dünyada nerede yaşadıklarını analiz etmek ve not etmek önem kazanmaktadır. Bekleneceği gibi, eko-uyanış ölçeğinde artan bir rakam gören ülkeler, küresel ısınma gibi olayların etkileri söz konusu olduğunda en fazla tehlike altında olduğu bilinen yerlerden geliyor.

Eko-uyanışın Önemi Nedir?

Eko-uyanış son derece önemlidir ve insanların eylemlerini, farkındalıklarını, konulara katılımlarını ve yardımcı olmak için neler yapabileceklerini ölçmek etrafında döner. Eko-uyanışı teşvik etmek, sürdürülebilir kalkınmaya yardımcı olmak için insanların günlük yaşamlarında ne yapmaları ve değişmeleri gerektiğini bilmelerine yardımcı olabilir. İster satın aldıkları kıyafet türlerini, ister evlerinin işleyişini ve geri dönüşüm şeklini değiştirmek olsun, her küçük farkındalık, insanların günümüz dünyasındaki işleyişini değiştirmeye yardımcı olabilir. Şimdi

Eminim çoğunuz şunu düşünüyorsunuz; “Bu nasıl yardımcı olabilir?” veya “Bir kişinin eylemleri bu kadar büyük bir sorunu nasıl değiştirir?”. Kısa cevap şu: Bir kişinin değişimi işe yaramaz, ancak herkes değişirse ve daha bilinçli hale gelirse tüm sistem uyum sağlayacaktır! Bu nedenle eko-uyanış çok önemlidir çünkü uygulamayan bazı bölgelerin farkına varmamızı veya çevreyi rahatsız eden sorunların farkına varmamızı sağlayabilir. Bunu bilmek bize anlatıyı değiştirme fırsatı verir!

 

Eko-uyanışı Hayatınıza Nasıl Entegre Edebilirsiniz?

Daha sürdürülebilir ve çevre dostu hayatlar yaşamamızı sağlamak için bireysel olarak ve birlikte yapabileceğimiz birçok farklı şey var. Çevre bilincinin anlamı, günlük yaşamınızda yaptığınız bu farklı şeylerin, kullandığınız ürünlerin, gerçekleştirdiğiniz eylemlerin farkında olmak ve etkinizi bu farklı şeylere göre ölçmektir. Aşağıda dikkate alınması ve düşünülmesi gereken birkaç şey var.

Çevreye Duyarlı Giyim

Eko-uyanışın farkında olmak ve daha iyi uygulamaları günlük yaşamınıza entegre etmek için üzerinize düşeni yaptığınızdan emin olmak son derece önemlidir. Kıyafetler ve giydiklerimiz ve satın aldıklarımız bunun önemli bir parçasıdır ve satın aldığımız kıyafetler ve kimden satın aldığımız konusunda daha fazla çevre bilincine sahip olmak çok işe yarayabilir. Bu kadar basit olabilir Eko Etiket Uygulaması ve satın aldığınız kıyafetlerin geri dönüştürülmüş ürünler kullanan markalardan olmasını sağlamak kadar büyük ama her şey önemlidir! Çevre bilincine sahip giysiler ve satın aldığınız eşyalar ile bunları yapmak için kullanılan malzemeler konusunda bilinçli olmak uzun bir yol kat edebilir ve bu, eko-uyanış alışkanlıklarını hayatınıza entegre etmeye başlamanın harika bir yoludur!

Çevreye Duyarlı Ürünler

Çevre bilincine sahip ürünler kullandığınızdan emin olmanız gereken bir diğer şeydir ve farklı şirketler tarafından satılan farklı türdeki ürünler, çeşitli farklı etkilere sahip olabilir. En iyi ürünleri kullandığınızdan emin olmak, bunların nasıl yapıldığını ve hangi malzemelerin kullanıldığını bilmek, sürdürülebilir bir yaşam sürmenize yardımcı olabilir.

Çevreye Duyarlı Evler

Çevre bilincine sahip evler ve dünya çapında sürdürülebilirliği göz önünde bulundurarak gelişen evler, daha iyi bir yarın yaratmanın harika bir yoludur. Evlerde kullanılan enerji

İnsanları evlerde enerji tasarrufu konusunda eğitmek önemli olsa da, bu daha çok tabana dayalı bir konudur ve farklı ülkelerdeki hükümetlerin ve politikaların, evlere enerji sağlamak için daha sürdürülebilir enerji kullanılmasını sağlayacak şekilde uyarlanması gerekmektedir. Sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması çevre üzerindeki baskıyı azaltabilir, çevre dostu şehirler ve yenilenemeyen enerji kaynaklarının küresel ısınmaya veya kirliliğe katkıda bulunmamasını sağlamak.

 

Eko-uyanışı Neden Entegre Etmeliyiz?

Eko-uyanış tamamen toplumun, dünyanın tehlikede olduğu kavram ve fikriyle nasıl etkileşime girdiğini anlamak ve ölçmekle ilgilidir. Çevremizdeki sorunlarla ilgili gerçekleştirdiğimiz eylemler ve sahip olduğumuz farkındalık, bu farkındalığı nasıl artıracağımızı ve farkındalıkla birlikte değişimin geldiğini anlamamızı sağlayabilir. Sürdürülebilir kalkınmanın hayati ve ayrılmaz bir parçası ve doğal dünyayla olan etkileşimlerimizi ve bu etkileşimleri nasıl değiştirip uyarladığımızı daha iyi anlamamıza yardımcı olabilecek sistem ve ölçümlere sahip olmak.

Eko-uyanışın Dünyaya Faydaları Nelerdir?

Bir yerden başlamamız gerekiyor ve insanların bu konuda daha bilinçli olmasını sağlamak, sürdürülebilir bir geleceğe katkıda bulunmalarını sağlamak son derece önemli. Eko-uyanışın faydası, farklı bölgelerdeki eylem ve farkındalık gibi şeylerin gerçek ölçümlerine sahip olmamız, sorunların tam olarak nerede olduğunu ve bunların nasıl değiştirileceğini göstermemizdir! Bu verilerin el altında ve kolayca erişilebilir olması, daha iyi bir gelecek yaratmanın hayati bir parçasıdır ve göz ardı edilmemelidir.

 

Biyoçeşitlilik, yeryüzünde bulunabilen tüm bitki, mantar ve hayvan türleri ile mikroorganizmaları kapsayan bir terimdir. Biyoçeşitlilik, türler içindeki, türler arasındaki ve ait oldukları ekosistemler arasındaki tüm yaşam çeşitliliğini ifade eden kapsamlı bir kavramdır.

 

 

22 Mayıs Biyoçeşitlilik Günü neden kutlanıyor?

 

Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 22 Mayıs 1992 yılında kabul edilmişti.Doğadaki canlı yaşamının her geçen gün azaldığına dikkat çekmek amacıyla her yıl 22 Mayıs, Dünya Biyoçeşitlilik Günü olarak kutlanıyor.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun kararıyla biyoçeşitliliğin korunması için uluslararası hukuki bir belge olan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 30 senedir yürürlülükte. BM tarafından ‘’Doğa için çözümün parçasıyız’’ olarak belirlenen bu yılki sloganla 22 Mayıs’ta, temiz ve sağlıklı bir çevreye ulaşmanın biyolojik çeşitliliğe bağlı olduğu tekrar hatırlatılmak isteniyor. 

 

 

Biyoçeşitlilik Sözleşmesi 

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, 1992’de Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde düzenlenen Yeryüzü Zirvesi’nde 168 ülkenin imzasıyla hayata 4 Temmuz 1993’te yürürlüğe girdi. Bugün 196 ülkenin imzası bulunan sözleşmede; özellikle sürdürülebilir kalkınma, hayvan, bitki, mikroorganizma çeşitliliği, gıda, güvenlik, barınma, ilaç, sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşama hakları da dikkate alınarak daha geniş çaplı bir perspektifle çözüm önerileri sunuluyor. Türkiye ise sözleşmeyi 14 Mayıs 1997’de onaylayarak imzacı devletler arasına katılmıştı.

 

Doğadaki canlı yaşamının her geçen gün azaldığına dikkat çekmek amacıyla her yıl 22 Mayıs, Dünya Biyoçeşitlilik Günü olarak kutlanıyor. Gelecek nesillere sağlıklı bir dünya bırakabilmek için biyoçeşitlilik konusunda eyleme geçilmesi gerektiğini hatırlatma amacı taşıyor.

 

TEMA Vakfı’ndan Biyolojik Çeşitlilik Projesi

İklim değişikliği, avlanma ve arazi tahribatı gibi sebeplerle her geçen gün azalan biyolojik çeşitliliğe karşı önlem alınmasına vurgu yapan TEMA Vakfı, bu yıl bir projeye imza atıyor. Vakfın Kurucu Onursal Başkanlarından A. Nihat Gökyiğit’in adının verildiği bu proje ile #FarkındaMıyız sorusunu sorularak, biyolojik çeşitlilik sorununun Türkiye’deki farkındalığının artırılması hedefleniyor.

Projeyle ilgili konuşan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Türkiye bir kıta olmamakla birlikte bir kıtada bulunacak sayıda tür çeşitliliğine sahiptir. Tüm Avrupa kıtasında 12 bin 500 farklı tohumlu bitki türü varken, Türkiye’de bu sayı 10 bin 900’dür. Ülkemizde mantarlar ve mikroorganizmalar hariç bilinen 37 binden fazla tür bulunmaktadır. Sahip olduğumuz bitki türlerinin yüzde 38’i, hayvan türlerinin ise yüzde 18’i endemik, yani sadece ülkemizde bulunan türlerdir. Bununla beraber bin 284 bitki türü ile 139 hayvan türünün nesli tehlike altındadır ve bilinen türlerden 11’i tamamen yok olmuştur. Her bir yok oluş doğanın sağlığının bozulmasına sebep olmakta, bu da azalan insan refahı ve sağlığı anlamına gelmektedir. Sağlığımızın ve gıdamızın teminatı olan biyolojik çeşitliliği korumak, gelecek nesillere en önemli miraslarımızdan biri olacaktır. TEMA Vakfı olarak biz de Kurucu Onursal Başkanlarımızdan Sayın A. Nihat Gökyiğit’in biyolojik çeşitlilik konusuna verdiği önem sebebiyle kendisinin adını verdiğimiz yepyeni projemizin çalışmalarına başladığımızı duyurmanın mutluluğu içerisindeyiz. Projemizle ülkemizin biyolojik çeşitliliğinin tanınması, önemi konusunda farkındalığın artması ve korunmasına katkı sağlamayı hedefliyoruz.” açıklamasını yaptı.

 

Dünya Biyolojik Çeşitlilik Günü: Mercanlar tamamen yok olma tehlikesi altında

,

 

TEMA Vakfı, 22 Mayıs Dünya Biyolojik Çeşitlilik Günü’nde insan faaliyetlerinin dünyadaki canlı çeşitliliği üzerinde yarattığı olumsuz etkilere dikkat çekti. “2°C’lik bir ısınmada, denizel biyolojik çeşitliliğe ev sahipliği yapan mercanların %99’unun yok olacağı öngörülüyor” diyen TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç yaratılan tahribatı durdurmak ve biyolojik çeşitliliği yeniden inşa edebilmek için atılması gereken adımları sıraladı.

Birleşmiş Milletler (BM) tarafından her sene 22 Mayıs’ta kutlanan Dünya Biyolojik Çeşitlilik Günü’nün bu yılki teması “Uzlaşmadan Eyleme: Biyolojik Çeşitliliği Yeniden İnşa Et” oldu.

Karasal ekosistemlerin %77, denizlerin %87’si insan etkisi altında

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, dünyadaki tüm canlıların ve ekosistemlerin birbirleriyle etkileşim içerisinde olduğunun altını çizerek “Bugün tükettiğimiz meyve, sebze, kahve, kakao, badem, kiraz, erik, incir, ayva, elma gibi önemli çok sayıda tarımsal ürün, arılar ve çok sayıda böcek türünün katkıları ile üretilebiliyor. Ayrıştırıcı canlılar ile doğada atıklar geri dönüşüyor, kirlilik önleniyor. Deniz ve kara ekosistemlerindeki canlılar, insan kaynaklı yıllık karbon salınımının %60’ını atmosferden geri alıyor” diye konuştu.

Ancak günümüzdeki insan faaliyetlerinin dünyadaki canlıların yaşam haklarını tehdit ettiğini belirten Deniz Ataç, “Bugün, buzul alanlar hariç karasal ekosistemlerin %77, denizlerin ise %87’si insan etkisi altında. Ne yazık ki gezegen ve insanlık için yaşamsal önemi tartışmasız olmasına rağmen, yoğun kentleşme, madencilik, doğal alanların tahribi, sulak alanların yok olması, su ve hava kirliliği, orman yangınları, tarım kimyasallarının (pestisitlerin) kontrolsüz ve yoğun kullanımı, bilinçsiz avlanma, iklim krizi ve farkında olmadan doğaya bulaştırdığımız işgalci türler nedeniyle biyolojik çeşitlilik hızla yok oluyor” ifadelerini kullandı.

Isınma sürerse mercanlar tamamen yok olacak

BM iklim değişikliği tahminlerine göre, 3°C’lik küresel ısınma sonucu karada yaşayan memelilerin %41’inde yarı yarıya habitat kaybı olabileceğini kaydeden Ataç, “Karasal iklime göre daha kırılgan olan denizel ekosistemlerde ise mercan resifleri iklim krizi ve çevresel kirlilik sebebiyle son 150 yılda neredeyse yarı yarıya azalmış durumda. Ayrıca 2°C’lik bir ısınmada, denizel biyolojik çeşitliliğe ev sahipliği yapan mercanların %99’unun yok olacağı öngörülüyor. BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından yayınlanan 2023 tarihli 6’ncı Değerlendirme Raporu’nda; insan faaliyetlerinin dünya atmosferinin dengesini bozduğu, küresel ortalama sıcaklıkta artışa yol açtığı ve bu artışın da mevcut ekosistem dengesini bozarak canlı türlerinin büyük bir bölümünü tehdit ettiği kesin bir biçimde belirlendi” dedi.

Eşsiz çeşitliliğe sahip ülkemizde korunan alanlar yetersiz

Biyolojik çeşitlilik konusunda Türkiye’nin konumuna da değinen Ataç, “Üç önemli bitki coğrafyası üzerinde bulunan nadir ülkelerden biri olan ülkemiz, bir kıtanın sahip olduğu sayıda tür çeşitliliğini barındıracak kadar zengin. 3.497’u endemik olmak üzere, 12.000’e yakın bitki türüne ev sahipliği yapan Türkiye tür zenginliğine paralel olarak, yaşam alanları yani habitat çeşitliliği açısından da Avrupa kıtasına kıyasla son derece eşsiz.  Fakat Türkiye’de korunan alanların sayısı ve büyüklüğü ekosistem ve tür çeşitliliğiyle doğru orantılı değil. Korunan alanların ülke yüz ölçümüne oranı yaklaşık %8,69. Dahası, Türkiye’nin doğa koruma mevzuatında giderilmesi gereken eksikler ve yetki çatışmaları bulunuyor. Ülkemiz sahip olduğu yüksek çeşitliliğe ve korunan alanlarla ilgili son yıllardaki artışa rağmen dünya ölçeğinde biyolojik çeşitlilik ve habitat kategorisindeki sıralamada 180 ülke arasından 178’inci sırada yer alıyor. Bu durum, ülkemizdeki biyolojik çeşitliliği korumak için çok ciddi bir çaba gösterilmesi gerektiğini ortaya koyarken 2023 yılında 16’ncısı Antalya’da yapılması planlanan BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi Taraflar Konferansı Toplantısı bu konudaki ilk büyük adımın atılması için bir fırsat oluşturuyor” şeklinde konuştu.

Korunan alanların oranı %30 seviyesine ulaştırılmalı

Kaybedilen biyolojik çeşitliliğin geri kazanılabilmesi için atılması gereken adımları sıralayan Ataç, “Fosil yakıtların kullanımından vazgeçilmeli ve yenilebilir enerji kaynaklarının kullanımı yaygınlaştırılmalı. Arazi tahribatı engellenmeli, arazi tahribatına karşı çok sıkı koruyucu tedbirler alınmalı. Tahrip olan arazilerde restorasyon çalışmaları yürütülmeli, bu çalışmalara toplumsal katkı sağlayacak teşvikler sağlanmalı. Sürdürülebilir ormancılık, sürdürülebilir mera yönetimi ve tarım çalışmaları yaygınlaştırılmalı. Doğal türlerle ağaçlandırma ve erozyon kontrol çalışmaları yapılmalı, denizlerde aşırı avlanma önlenmeli, türlerin kaybına neden olan bitki toplama gibi faaliyetler kontrol altına alınmalı. Tüketim alışkanlıkları değiştirilmeli, her bir tüketimin doğaya bir yük olduğu unutulmamalıdır” diyerek korunan alanların oranının Birleşmiş Milletler kararlarında yer alan %30 seviyesine ulaştırılması gerektiğini bir kez daha vurguladı.

Ataç, “Unutulmamalı ki bugün doğada yarattığımız tahribat gelecek kuşakların yaşamını kısıtlayacak kötü bir miras anlamına geliyor. Bu izleri ortadan kaldırmanın yolu her bir canlının yaşadığı doğal ortamları korumak, tahrip edilen ekosistemleri restore etmek ve gelecek kuşaklara daha yaşanabilir bir dünya bırakmaktan geçiyor” diyerek sözlerini tamamladı.

 

Biyolojik Çeşitliliğe Yönelik Tehditler

 

Eco-Awakening: Çevreye Duyarlı Tüketicinin Yükselişi

 

Türkiye’nin zengin biyolojik çeşitliliğine yönelik tehditler ve korunması alanında yaşanan
problemler özetle şunlardır:

 

• Kırsal alanlarda, hızlı nüfus artışından kaynaklanan ekonomik baskı ve mevzuat boşlukları
nedeniyle, tarım alanlarının parselizasyonda yaşanan sorunlar, çiftçilerin gelirlerinin
düşmesine neden olmaktadır. Bu durum küçük çiftçileri, arazi kazanmak üzere orman
açma, aşırı otlatma ile meraların tahribi ve bitkilerin aşırı toplanması gibi biyolojik
çeşitliliği tahrip eden faaliyetlere yöneltmektedir. Diğer yandan bugün sürdürülebilir
ormancılık politikalarına geçişle değişim gösteren ormancılık politikalarındaki
sürdürülemez uygulamalar biyolojik çeşitliliği olumsuz etkileyen faktörlerdendir.

• Step alanlarında; geleneksel ve sürdürülebilir olmayan tarım yöntemleri, verimli toprak
elde etmek için meraların tahrip edilmesi biyolojik çeşitliliğe yönelik en büyük tehditler
arasındadır. Anız yakma topraktaki mikro organizmaları yok etmekte, bir çok küçük
hayvanın ve böceklerin yok olmasına neden olarak toprak yapısını verimliliğini yok
etmektedir.

• Tarımsal faaliyetler 5.1 milyon hektar alanda 5 ve 6. sınıf topraklarda gerçekleşmektedir.
Bu arazilerin çoğu yasadışı orman kesimi ve mera açılması sonucu elde edilmiştir.
Kontrolsüz aşırı otlatma, hassas step ekosistemlerini tahrip etmeye devam ederken,
yaşamları hayvancılığa bağlı olan kırsal toplulukların üzerinde ekonomik baskı
oluşturmaktadır.

• 460.000 hektar civarında verimli tarım toprağı, farklı kullanım zonlarını düzenleyen
mevzuat eksikliği veya kentsel/metropolitan alanlar çevresindeki uygulamalar nedeniyle
yok olmuştur. Özellikle kentsel/metropolitan alanlar çevresinde bu durum kırsal kesimden
gelen göçlerle beraber, endüstriyel ve evsel yapılanmaların kontrolsüz ve plansız
yayılması sonucu katlanarak artmakta ve doğal habitatlar yok olmaktadır.

• Özellikle Ege ve Akdeniz bölgesinde olmak üzere, kıyı alanlarındaki arazi spekülasyonları
ikinci konut patlamasıyla sonuçlanmaktadır. Çevresel bozulmayı önlemeye yönelik
kurumsal yapının etkinleştirilemeyişi ve mevzuattaki eksiklikler, biyolojik çeşitliliğin en
büyük tehdidi olan doğal habitat kaybına neden olmaktadır. Kıyı habitatlarının tahrip
edilmesi, bir çok alanda karasal ve denizel ortamlardaki bir çok hayvan ve bitki türünün
kaybolmasına neden olmaktadır.

• Aşırı balıkçılık, yaban hayvanları ve kuşların toplanması ve avcılık, kontrosüz tıbbi bitki
ve otların/soğanların toplanması/sökülmesi süreçlerindeki yetersiz kontrol ve takipsizlik
bir çok türün yaşamını sürdürmesini engelleyen en büyük tehditlerdir. Türkiye’de önemli
miktarlarda hayvan ve bitki türü toplanarak ihraç edilmektedir. Diğer yandan gerek iç
sular gerekse denizlerde balıkçılık süre ve dönemlerini düzenleyen kontrol
mekanizmalarının yetersizliği denizel ve tatlı su ortamlarındaki biyolojik çeşitliliği tehdit
etmektedir. Şu anda yasaklanmış olmasına rağmen, dinamitle balık avcılığı özellikle 1950
ile 1980 yılları arasında balık popülasyonlarının ciddi bir şekilde azalmasına neden
olmuştur. 1980lerde balık yemi üreticilerine verilen teşviklerse özellikle Karadeniz’de
büyük ölçekli aşırı avlanmaya neden olarak biyolojik çeşitliliği etkilemiştir. Türkiye’de
avcılık-özellikle kurt (Canis lupus), boz ayı (Ursus arctos), vaşak (Lynix lynix), dağ keçisi
(Capra aegagrus) gibi büyük memeliler ve bir çok kuş türü üzerindeki aşırı avcılık
biyolojik çeşitliliğe yönelik en büyük tehditler arasındadır. Konunun eylemsel ölçekte
ilgili kurumlarca önceliklendirilmeyişi, STK’ların konuyu gerektiği gibi kamuoyu
gündemine taşıyamayışı sorunun giderek ağırlaşmasına neden olmaktadır

 

• Verimli olmayan sulama nedeniyle, tarım alanlarının tuzlanması biyolojik çeşitliliğin
kaybına neden olmaktadır. Kıyı, deniz ve sulakalan ekosistemleri özellikle endüstriyel ve
tarımsal kirlilikle, evsel atıklar ciddi bir şekilde etkilenmektedir.

• 1980’lerden itibaren turizm sektörüne verilen teşvikler, büyük kitle turizmi yatırımlarının
inşaasında patlama yaratarak bütün kıyı habitatları (denizkaplumbağaları üreme alanları,
Akdeniz foku yaşam alanları gibi), kumullar, lagünler, kıyı ormanları ve verimli tarım
alanlarının geri dönüşümsüz olarak tahrip olmasına neden olmuştur. Bu kapsamda,
sürdürülebilir olmayan avcılık, balıkçılık ve toplama yöntemleriyle, orman keserek arazi
açma gibi turizm sektörünün taleplerini karşılamaya yönelik baskıların oluşması ve aynı
zamanda kontrolsüz evsel atıkların denize boşaltılması ve sezonluk değişen nüfus
biyolojik çeşitlilik ve habitatlara yönelik önemli sorunlar arasındadır.

• Türkiye’de çevre koruma programlarında uzman ve teknik eleman azlığı diğer önemli
sorunlardan biridir. Hükümet değişikliklerinde yaşanan/yaşanabilen eleman değişiklikleri,
personel tayinleri biyolojik çeşitliliği koruma konusunun gerektirdiği deneyim faktörünü
etkilemektedir. Hemen hemen ilgili tüm bakanlıklar yetersiz teknik eleman sıkıntısından
etkilenmekte, özellikle de biyolojik çeşitliliğin yaygın olduğu kırsal kesimde ve koruma
alanlarında yetişmiş ve uzman teknik eleman görevlendirme zorlukları yaşanmaktadır.
Uzman eleman seçiminde disiplinlerarası dağılımın dengeli olarak yapılmaması, bakış
açılarında tek yönlülük riskini de beraberinde getirmektedir.

 

GELECEK İÇİN ÖNERİLER

 

Oggusto

 

Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğinin korunması ve sürdürülebilir kullanımı için atılması
gereken adımlar aşağıda sıralanmakla beraber, bu amaca ulaşmak için, şu anda olduğu gibi,
sadece istek/dilekler veya proje çalışmaları yeterli değildir. Bugünkü doğal kaynak kullanımı
politika ve planlamalarıyla; Türkiye’nin zengin ülke konumundan, su, tarım, hayvancılık gibi
yaşamsal alanlarda kaynakları yetemeyen bir ülke konumuna geçmesi olgusu sadece karamsar
bir bakış açısı olarak değerlendirilemez. Türkiye ivedilikle Sürdürülebilir Kalkınma
yaklaşımını benimseme aşamasının da bir ilerisine geçerek, tüm sektörlerde yapılacak
değişimlerle bu yaklaşımı hayata geçirmeyi başarmak durumundadır. Bu ülkenin 2023’te
hedeflediği Vizyona ulaşması için de elzemdir.

 

•Sürdürülebilir Kalkınma politikası benimsenmelidir.

•Biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımının ulusal düzeyde tüm sektörel

. plan ve programlarla bütünleştirilmelidir.

•Türkiye’nin Doğa Koruma politikası belirlenmelidir.

•Tüm ekosistemlerin kullanımında (balıkçılık, tarım, ormancılık, turizm vb) siyasi tasarrufla
politika oluşturularak, kullanım kararlarının alınmasına son verilmelidir.

•Sürdürülebilir bir Turizm Politikası belirlenmelidir.

•Biyolojik çeşitliliği tehdit eden faktörlerden genetik yapısı değiştirilen organizmalar (GMO)
ile yabancı türlere yönelik ülke politikaları belirlenmelidir.

• Katılım ve Bilgiye Ulaşım hakkı ile ilgili yaklaşım genişletilmedir.

•Biyolojik çeşitliliğin korunmasına katkı sağlayacak olan geleneksel kullanım yöntemlerinin
desteklenmeli ve geliştirilmelidir.

•Çevre korumaya yönelik önlemler için sanayi teşvik edilmeli ve işbirlikleri kurulmalıdır.

•STK’larla işbirliği alanları geliştirilmelidir.

Etiketler