Her yıl Mayıs ayının ikinci pazarında, dünyanın dört bir yanında bir sessizlik çiçeği açar. Çiçekçiler erkenden tezgahlarını kurar, telefonlar sık sık çalar, sosyal medyada “canım annem”li paylaşımlar başlar. Fakat bu özel gün, bir reklam fikrinden değil; içli bir evlatdan doğmuştur.

 

Anneler Günü’nün temelleri 1908’de ABD’li Anna Jarvis’in çabalarıyla atıldı. Jarvis, annesi Ann Reeves Jarvis’in ölümünün ardından, onun fedakarlığını yaşatmak için bir anma töreni düzenledi. Bu sade ama güçlü adım, büyük yankı uyandırdı ve 1914’te ABD Başkanı Woodrow Wilson, Mayıs’ın ikinci pazarını resmen Anneler Günü ilan etti. Ancak ironik bir şekilde, Jarvis zamanla bu günün çiçek ve kart endüstrisinin elinde ticarileştiğini görünce ömrünü bu yapaylığa karşı savaşarak geçirdi. Onun hayalindeki Anneler Günü, içten bir teşekkür ve bir hatırlama günüydü.

Peki bizde nasıl başladı?

Türkiye’de Anneler Günü’nün kutlanması ise 1955 yılına dayanır. Türk Kadınlar Birliği’nin önerisiyle bu özel gün gündeme geldi. İlk resmi Anneler Günü, o dönemde çocukların ve kadınların eğitimi için aktif çalışan, Cumhuriyet’in kültürel reformlarına destek vermiş bir kadın olan Nene Hatun’a adandı. Bu tercih bile tek başına çok şey anlatır: Bizim için anne, sadece çocuk büyüten değil, bir milleti taşıyan figürdür.

Anadolu’nun dilinde ve yüreğinde anne hep baş köşededir. Osmanlı’da “valide sultan” unvanı sadece bir aile bağını değil, bir aklı, bir istikamet duygusunu temsil ederdi. Hürrem Sultan, devlet içi dengelere yön verirken; Kösem Sultan, bir imparatorluğun çalkantılı sularında kaptanlık yapmıştı. Onlar sadece oğullarını değil, zamanlarını da büyüttüler.

Cumhuriyet döneminde ise annelik sadece evin içinde değil, toplumun her yerinde yeniden tanımlandı. Kara Fatma, mermi taşıyan kadın değil aynı zamanda çocuklarına vatanseverliği miras bırakan bir anneydi. Halide Edib Adıvar, kaleminin gücüyle hem savaş meydanlarında hem sınıf içinde anneliği farklı bir zemine taşıdı.

Sanat dünyasından da kalplerimize işlemiş anneler var. Zeki Müren’in annesi Hayriye Hanım, sanat güneşinin ardındaki sessiz kuvvetti. Oğlunun sahnede dimdik durmasını sağlayan, her konser sonrası ona evde sıcak bir çorbayla sarılan kadındı. Safiye Ayla, küçük yaşta annesini kaybetmişti ama sesiyle her şarkısında annesini yaşattı. Ve tiyatronun kadife sesi Yıldız Kenter… Sahnedeki her karakterine bir anne dokunuşu katardı; onun oyunculuğu sadece akıl işi değil, kalp işiydi.

Sinema ise anneliği perdeye taşıyan bir başka ayna oldu. Adile Naşit’in Hababam Sınıfı’ndaki anne figürü, “İnek Şaban”dan başlayıp tüm bir kuşağın kalbine dokundu. Onun o kısık sesiyle söylediği ninniler, sinemadan çıkıp evlerimizin sessizliğine karıştı. Türkan Şoray’ın “Selvi Boylum Al Yazmalım”daki fedakâr kadın figürü, sevmek ne demekti sorusunu ilk anneden öğrenen seyircide derin izler bıraktı.

Sabahları ilk ışıkla uyanan, çocuklarının üstünü örterken elleriyle dualar fısıldayan, yazın domates kurutan, kışın boza yapan, her şeyini saklayan o kadınlar… Kendi gençliğinden vazgeçip, çocuklarının geleceğine yatırım yapan; bir yandan eş, bir yandan dost, ama en çok da anne kalan sessiz kahramanlar. Bugün, geçmişi özlemle hatırlarken mutfağından yayılan kek kokusunu, çamaşır suyu ve kolonya karışımı o tanıdık evi, eski bir ajandaya yazılmış tarifleri hatırlarız.

Ancak bugün Anneler Günü, ne yazık ki giderek bir duygu değil, bir “alışveriş seferberliği”ne dönüşüyor. Bankaların kampanyaları, hazır mesajlar, kataloglu hediye önerileriyle gerçek hissin yerine, hazır paketler konuyor. Annelerin yıllarca emekle kurduğu o “anlam” dünyası, birkaç günlük reklam jargonu içinde eriyor. Bir güne sığdırılmaya çalışılan bu büyük sevgi, çoğu zaman o günün akşamı unutuluyor.

Oysa annelik, bir indirim kuponuna sığmaz. Pahalı hediyeler değil, zamanla verilen emekle karşılık bulan bir duygudur. Elbette bir çiçek, bir sürpriz değerlidir; ama en değerlisi, annenizin sesini duyduğunuzda verdiğiniz içten bir “iyi ki varsın”dır.

Şimdi takvimler 2025’i gösteriyor. Anneler Günü hala vitrinlerde parlayan “indirimli” etiketlerle sunulsa da, bu günün gerçek anlamı bir karanfilde değil, bir teşekkürde saklı. Belki eski bir siyah-beyaz fotoğraf albümünde, belki annenizin gençken taktığı bir broşta, belki de sizi hala çocuk sanan bakışlarında…

Anneler Günü, anneleri kutlamak için değil, onları unutmamak için var. Çünkü bazı kadınlar sadece çocuk doğurmaz; tarih doğurur, kültür doğurur, hafıza doğurur.

Ve bu yüzden, anneler bir güne sığmaz. Onlar zamansızdır, sessizdir ama hep oradadır.

Bir zamanlar annemizin yaptığı gibi; biz fark etmeden dünyayı biraz daha yaşanılır yaparlar.

Bu haftalık benden bu kadar kalın sağlıcakla… 

Etiketler