Carolyn Bessette-Kennedy Shein’e Sığmaz!
Bir ikonun sessiz zarafeti nasıl sıradanlaştırılır?
Ryan Murphy ve Brad Falchuk imzalı yeni dizi, daha başlamadan büyük tartışmaları beraberinde getirdi. Göz kamaştırıcı bir yapım beklenirken, sızan karelerde izleyiciyi bir hayal kırıklığı bekliyor: Ne Carolyn var ne de stiline saygı!
Carolyn Bessette-Kennedy ve John John’un hikâyesinin bir mini diziye konu olduğunu ilk duyduğumda, gözlerimi hafifçe devirdim. Ryan Murphy ve Brad Falchuk’un bu projeye dâhil olduğunu öğrendiğimdeyse, o göz devirme birkaç kat daha derinleşti. “American Love Story” adıyla anons edilen bu yapımın, şatafatlı bir prodüksiyon perdesi altında bize ucuz bir nostalji şovu sunacağı daha şimdiden belli. Amerikan tarihinin magazinle mitoloji arasında sıkışıp kalmış figürlerinden puan toplamak… klasik bir Murphy numarası.
Ama burada mesele sadece bir dizi değil. Burada mesele, Carolyn Bessette-Kennedy. Ve onu temsil etmenin ne demek olduğuna dair zerre kadar fikir sahibi olmamak.
Çünkü Carolyn bir ikondu. Ama gürültülü bir ikon değil. O, stilin sessizliğini taşıyan, 90’lar New York’unun gündelik zarafetini sanki doğuştan giymiş bir kadındı. O konuşmadı. Röportaj vermedi. Kamera karşısında kendini ifade etmedi. Onun sesi susturulmuştu — hem kendi tercihiyle hem de talihsiz kaderiyle. Ama bu sessizlik, onun stilinin gücünü daha da büyüttü. Görselliği, onun medyasıydı. Ve evet, kıyafetleri onun diliydi.
Benim için Carolyn, gençliğimde saçlarımı onun sarısına benzetmeye çalışırken, mimarlık fakültesinde giydiği gibi giyinmeye çabalarken benim için çoktan bir ilham kaynağıydı!
Görgüsüzce tantanalı düğünlerin gösterişli estetiğinden tiksinen biri olarak, onların sade nikâh görüntülerine tekrar tekrar baktığımı hatırlıyorum. Narciso Rodriguez’in o sade ve zamansız gelinliği, benim için moda tarihine yazılmış bir ahitti. Roma’daki bir düğünde giydiği siyah, omuzları açık elbise hâlâ gözümün önünde. Onun stilini kopyalamak mümkün değil. Çünkü o stil, tek başına kıyafetlerden ibaret değildi. Bir duruştu, bir his, bir titreşimdi.
Bu yüzden, geçtiğimiz günlerde yayınlanan diziden karelere bakınca içim burkuldu. Karşımda Carolyn yoktu. Karşımda, Blair Waldorf ve Gwyneth Paltrow’un kesiştiği, Anya Taylor-Joy’un peruğuyla tamamlanmış, photoshoplanmış bir sentetik “versiyon” vardı. Açık söyleyeyim, Shein versiyonu gibi duruyordu. Bir balmumu müzesinin karanlık köşesinde unutulmuş figürler gibi… Kostüm tasarımcısının bu karakteri bu kadar yanlış anlamış olması affedilir gibi değil.
Murphy’nin prodüksiyonlarında görkemli görüntüler çoğu zaman içeriğin önüne geçer. Ama bu projede, kostüm sadece kostüm değil; ana karakterin ta kendisi olmalıydı. Çünkü Carolyn’in sesi yoktu. Bize sadece görüntüsü kaldı. Ve o görüntüyü de çarpıtmak, ona yapılacak en büyük haksızlık!
“Blonde” filminde Andrew Dominik’in yaptığı gibi, Google’da çıkan görselleri birebir kopyalamakla “gerçeklik” kurulmaz. O kareleri yaşamış, hissetmiş birinin arkasındaki sessiz sihri anlamadan bu hikâyeye dokunmak, izleyiciyi salak yerine koymakla eşdeğer. Carolyn’in çekiciliği açıklanamazdı – ne bir poz, ne bir jest, ne bir marka onu tanımlayabilirdi. Ve belki de bu yüzden, bu kadar zamansız ve etkileyici kaldı.
Kennedy hanedanı hep kadınların sırtında ayakta durdu. “Snajke”lerin gücü, erkeklerin gölgede kalmış karizmalarını parlatmaya yetti. Carolyn olmasaydı, bugün John Jr. hakkında bu kadar konuşulmazdı. Hatta belki onu hiç konuşmazdık. Ama Carolyn hâlâ her yerde. Moda danışmanlarının “capsule” gardıroplarında, stil dosyalarında, Pinterest panolarında, Zara vitrinlerinde. Ama o, bu kadar basit bir arketipe indirgenmeyi hak etmiyor.
Carolyn Bessette-Kennedy, kılık kıyafetle değil, onları nasıl taşıdığıyla ikonikleşti. Ve bu inceliği kavramadan, onun hikâyesini anlatmaya çalışmak, yüksek bütçeli ama duygusuz bir “stil cosplay”inden öteye gidemez.